Gezegenimizden Bir Yaşam, İzleyin ve İzlettirin
- dilaraduzenli
- 24 Kas 2020
- 4 dakikada okunur

Yine geçenlerde izlediğim bir doğa belgeselinden bahsetmeye geldim bugün. Netflix’in doğayla ilgili belgesellerini izleyin izlettirin diye tavsiyede bulunmaya bir de. Yayıncı ve doğal dünyayı temel alan fikirleriyle bir natüralist olan David Frederick Attenborough’un sunduğu Gezegenimizden Bir Yaşam adlı belgeseli izlerken büyük bir keyif aldım. Tabi anlattıkları büyük bir hayal kırıklığı ve üzüntü de yarattı bende. Dünyanın doğal düzenine yaptığımız müdahaleler sonucu ne tür felaketlere sebep olduğumuzu bir kez daha öğrenmiş ve görmüş oldum.
Doğayı sınırsız bir kaynak olarak gören ve sömürmeye, yok etmeye gözü kapalı devam eden bizler için belgeseldeki çoğu bilgi rahatsız edici. Doğanın korunmaya ihtiyacı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor öncelikle, hem de biz insanlardan yine biz insanlar tarafından korunmaya. Belgesel boyunca, belli aralıklarla dünya nüfusu, atmosferdeki karbon miktarı ve kalan yabani doğanın yüzdeleri gösteriliyor. 1937’deki miktarları ise şöyle: 2.3 milyar nüfuslu dünyada atmosferdeki karbon milyonda 280 parça ve dünyanın %66’sı el değmemiş doğal yaşama ait. 2020 için son verilen miktarlar ise şöyle: dünya nüfusu 7.8 milyar olurken atmosferdeki karbon milyonda 415 parçaya yükselmiş ve el değmemiş doğal yaşamdan dünyaya kalan ise sadece %35’lik bir alan olmuştur. İşin daha kötü olan yanı ise yok ettiğimiz doğayı iyileştirmeye çalışmak yerine hala, ara vermeksizin felaketlere yol açmayı yürekten istiyormuşçasına devam ediyoruz doğayı yok etmeye.
Şaşırdığım bir diğer bilgi ise denizlerle ilgiliydi. İlk defa 1950’lerde büyük filolarla balık avı için uluslararası sulara açılan insanların, yüzyılın sonuna doğru denizlerdeki büyük balıkların %90’ını öldürmesiyle, yani yine doğal yaşama müdahale etmemiz sonucu, okyanusu öldürmeye başladık. David, büyük balıklar ve deniz yırtıcıları olmadan okyanustaki besin dengesinin sekteye uğrayacağından bahsediyor belgeselde. Yırtıcıların okyanusun güneşli sularında besin oluşmasına yardımcı olduğunu ve planktonlar kullanabilsin diye besinlerin geri dönüşümünü sağladığını , yırtıcılar olmadan besinlerin okyanusun derinliklerinde asırlarca kaybolup sıcak noktaların azalmaya başladığını anlatıyor aynı zamanda Attenborough. Yani okyanusu nasıl öldürdüğümüzü.
Dünyadaki ortalama sıcaklığın 1 santigrat derece artması, ki bunun son on bin yıldaki en hızlı değişim olduğu söyleniyor belgeselde, yine okyanuslarla ilgili. Küresel hava sıcaklığının 90’lara kadar sabit olmasının nedeninin okyanusun aşırı ısıyı emmesi olduğu, yani bizim doğaya olumsuz etkilerimizin, okyanus tarafından üstünün örtülmesi olduğu ortaya çıkmış. Okyanuslara da el atmamız sonucu, uzun zamandan beri okyanuslar da aşırı ısıyı ememiyor. Sonuç ne mi? Hani o senelerce resimlerini gördüğümüz kutup ayıları gibi bir çok canlıya ev sahipliği yapan kuzey kutbu yazlık deniz buzunun 40 yılda %40 azalması.
Gelgelelim ormanlara… Yüzölçümü açısından dünyanın en büyük üçüncü adası olan Borneo, çok çeşitli hayvan ve bitki türlerini barındıran yağmur ormanlarına sahiptir. 1950’lerde dörtte üçü yağmur ormanlarıyla kaplı olan Borneo’nun, yine yüzyılın sonuna doğru yağmur ormanları yarı yarıya azalmıştır. Her yıl 15 milyardan fazla ağaç kesiyoruz. Karadaki türlerin yarısından fazlasının yağmur ormanlarında yaşadığını ve ağaç çeşitliliğinin yağmur ormanlarının olmazsa olmazı olduğunu düşündüğümüzde geldiğimiz nokta hayli korkutucu. Dünyadaki yağmur ormanlarının yarısını çoktan dümdüz ettik. Yağmur ormanlarını sonsuza kadar kesmeye devam edemeyeceğimize göre ,gerek bireysel gerek küresel, önlemler alınmadıkça dünyayı yok oluşa götürmeye devam ediyoruz demektir.
Belgeselde bahsedilen bir diğer konu ise dünya tarihindeki yok oluşlardı. Dünya hayatının dört milyar yıllık tarihinde sonuncusu dinozorların çağının yok olmasına sebep olan beş kitlesel yok oluştan bahsediliyor Gezegenimizden Bir Yaşam adlı belgeselde. Bu beş yok toplu yok oluşun ortak noktası ise atmosferdeki karbon oranındaki ciddi bir değişim ile ilgili imiş. Önceki olaylarda milyon yıllık volkanik aktivitelerin gerekmiş olduğunu öğrenince fazlasıyla şaşırdım. Kitlesel bir yok oluş için cidden milyonlarca yılın geçmesi gerekirken, milyonlarca yıllık canlı organizmaları tek seferde kömür ve petrol olarak yakarak biz bunu 200 yıldan az bir sürede başardık. Hayvanlar, bitkiler alemlerini umursamıyoruz madem, insanlığın geleceğini bu kadar ilgilendiren bir konuya, yani doğanın yok olmasına nasıl gözlerimizi böyle kapatabiliyoruz anlamak mümkün değil.
94 yaşındaki David Frederick Attenborough, bilimsel verilere göre eğer bugün doğmuş olsaydı 2030 yılında Amazon yağmur ormanlarının yeterince nem üretemeyene dek kesileceğini, kuru bir çayıra dönüşeceğini, muazzam bir tür kaybına sebep olacağını ve küresel su döngüsünün değiştireceğini göreceğini söylüyor. Aynı zamanda kutupların yazın buzsuz kalacağını ve beyaz buz örtüsü kalmadığından güneş enerjisinin daha azının uzaya yansıyacağını, bunun sonucunda da küresel ısınma hızının artacağını söylüyor. 2040’lara gelindiğinde, kuzey boyunca donmuş toprakların çözünmesiyle karbondioksitten daha güçlü olan sera gazının salınacağını ve iklim değişikliğinin büyük bir hız kazanacağını söylüyor. 2050’lerde ise okyanus ısınmaya devam ederek asidik hale geldikçe dünyanın dört bir yanındaki mercan resiflerinin öleceğini, balık nüfuslarının çökeceğini söylüyor. 2080’lerde aşırı kullanım yüzünden toprakların tükenmesiyle küresel gıda üretiminde kıtlık yaşanacağını, tozlaşmayı sağlayan böcekler de yok olduğundan havanın giderek daha tutarsız olacağını söylüyor. Ve nihayet 2100’lere gelirsek eğer, gezegenimizin 4 santigrat derece daha sıcak olacağından dünyanın büyük bir kısmının yaşama elverişli olamayacağını, milyonlarca insanın evsiz kalacağını söylüyor. Eğer doğaya hak etmediği şekilde davranmaya devam edersek, giderek iyileşen teknolojimizi doğayı iyileştirmek için değil de saf kendi çıkarlarımız için kullanmaya devam edersek, çoktan başlamış olan altıncı kitlesel yok oluşun gerçekleşeceğini öngörmek kaçınılmaz.

Söylenecek daha bir çok şey var gezegenimize yaptığımız kötülükler hakkında. Bir yerlerden bir şeyleri düzeltmeye başlamamız gerekiyor. Gezegenimizin dengesini geri getirmemiz gerekiyor. Ortadan kaldırdığımız, hala kaldırmakta olduğumuz biyolojik çeşitliliğin sürdürülmesini sağlamamız, vahşi doğayı geri getirmemiz gerekiyor. Belgeselde çözümlerden de bahsediliyor: Dünyanın bitkilerinin her gün üç trilyon kilovat saatlik güneş enerjisi yakaladığını, ki bunun ihtiyacımız olan enerjinin neredeyse yirmi katına karşılık geldiğini öğreniyoruz.. Ki bu enerji sadece güneş ışığından elde edilen enerji. Fosil yakıtları kullanmayı bırakarak güneş, rüzgar, su ve jeotermal enerjilerle yaşamımıza devam etmek bu çözümlerden biri sadece.
Bir diğer öneri ise yeme alışkanlıklarımız ile ilgili. Yemek için ne zaman bir et parçası seçsek, bizde farkında olmadan büyük bir arazi talep etmiş bulunuyoruz diyor David. Gezegenimizin milyarlarca büyük et yiyiciyi besleyecek kadar geniş arazilere sahip olmadığını da ekliyor. Hepimizin büyük ölçüde sebzeye dayalı bir diyeti olsaydı şu anda kullandığımız arazinin sadece yarısına sahip olacağımızı söylüyor. Son olarak da kendimizi bitki yetiştirmeye adadığımız için bu arazinin verimini önemli ölçüde artırabileceğimizi söylüyor. Hayvanları öldürmeyi bırakarak, onları sömürüp köleleştirmeye bırakarak gezegenimizi kurtarabileceğimizi söylüyor yani.
Gezegenimizden Bir Yaşam belgeselinden öğrenilecek çok bilgi, çıkarılacak çok ders var. Verilen her bilgiyi taşıyamadım buraya, fakat her cümlesi altı çizilesi bir belgesel olmuş. Dünyamızdan başka bir tane yok, bireysel olarak yapabileceklerimizi araştırarak ve en kısa zamanda hayata geçirerek iyileşmeye katkı sunmaya başlamamız gerekiyor. Bizden önce yaşamış canlılardan emanet aldığımız ve bizden sonra yaşayacaklara emanet edeceğimiz bu dünyaya olabilecek en iyi şekilde bakmak her birimizin görevi.
Dünyadaki tüm canlılarla uyum içinde yaşayabileceğimiz bir dünya umuduyla, sağlıcakla kalın…

Yazı için teşekkürler. Entler'in harbi yakın gibi...