top of page

Charlotte Brontë- Jane Eyre



Hani bazı filmler, diziler ve kitaplar vardır, bittiğinde tadı damakta kalır ya, “Jane Eyre” bittiğinde bende de aynı böyle bir his vardı. O yüzden hemen filmlerini ve dizilerini aramaya başladım. Bitmesin isteyip de, sonunu görmek için sabırsızca okuduğum bu kitabın başkalarının gözünde ne biçim aldığını göreyim istedim biraz da. Eski filmleri izlemeyi sevmediğimden, 2011’de yapılan son “Jane Eyre” filmini izledim. Sonra da koşarak buraya yazmaya geldim. Nolur kitabını okuyun demeye.


Jane Eyre annesi ve bir papaz olan babasını kaybettikten sonra dayısı tarafından sahip çıkılarak Reed’lerin evine getirilen öksüz bir kızdır. Fakat bir süre sonra dayısını kaybeden Jane, yengesinin merhametine kalır büsbütün. Küçüklüğünde de farklı bir kişiliğe sahip olan Jane, kuzenlerinin zorbalıklarına katlanamadığı ve baş kaldırdığı için bir gün kuzeni John’a saldırır ve yengesinin sabrını taşıran son damla olur bu. Jane’i bağışlarla ayakta duran bir yatılı okula göndermeden önce de, yengesi onu almaya gelen rahibe onun bir yalancı olduğu söyleyerek iftira atar ve Jane yatılı okula gidererek 6 yıl öğrencilik, 2 yılda öğretmenlik yaptıktan sonra, bu tekdüze yaşamdan sıkıldığını fark eder ve gazeteye ilan vererek Alice adındaki küçük bir kıza mürebbiyelik yapmak için Thornfield Malikanesine gider. Evin sahibi Bay Rochester ise uzun süredir gelmediği evine gelerek burada Jane ile tanışınca ikisinin de hayatlarının dönüm noktası gerçekleşir ve bundan sonrası tam bir aşk hikayesidir.



Bilindiği üzere Charlotte Bronte 19. Yüzyıl İngiltere’sinde iki kız kardeşi Emily Bronte ve Anne Bronte ile birlikte, eleştirmenlerin kadın oldukları için gereksiz önyargılarına maruz kalmamak adına erkek isimleri kullanarak yayınladıkları şiirleri ile tanındılar, ki bu o dönem için gayet normaldi. Ayrıca Charlotte’un Elizabeth Gaskell’e yazdığı bir mektupta, ki Elizabeth Gaskell bizim Bronte kardeşler hakkında bilgi edinmemizdeki tek güvenilir kaynak ve bir roman yazarıdır, bir kadın olarak değil sadece bir yazar olarak değerlendirilmek istediğini söyler. Charlotte Bronte yazılarını ‘Currer Bell’ ismini kullanarak yayınlamıştır. İkinci romanı olan “Jane Eyre” ise o dönemde bile büyük bir başarı kazanmış ve Charlotte Bronte çoğu yazarın aksine üne kavuştuktan sonra dahi gerçek kimliğini bir süre ortaya çıkarmamıştır. Bu yüzden kimliğinden habersiz olan kişilerce Currer Bell’in erkek olması gerektiği yönünde iddialarda bulunulmuştur. Çünkü ancak bir erkek, aşk öyküsü anlatırken bu kadar ileri gidebilirdi. Victoria çağında bu romanın bu kadar ayıplanması ve edebe aykırı bulunması ise “Jane Eyre”da aşkın yalın ve yoğun bir biçimde dile getirilmesiydi. Kitapta gördüğümüz bu yoğun ve coşkulu duygulardan, o dönem genç kızlarının arınmış olduğu düşünülürdü. Ve bir erkek, ki oda bekarsa tabii, ancak uzaktan göz süzebilirdi. Jane Eyre ve Rochester arasındaki aşk ise tutkuluydu. Rochester Jane’e alev alev gözlerle bakıp, onu kolundan tutup çekerken, Jane Rochester’ın kucağına oturup ona sarılırken dönemin ahlaki yükümlülüklerinden uzaklaşmış bulunuyordu. Dahası o dönem kadın karakterleri ve erkek karakterleri güzellikleriyle övünülürken, “Jane Eyre”da ne Jane güzeldi ne de Rochester yakışıklı.



Çağdaşlarından bu kadar farklı bir roman yazan ve duygu, düşüncelerini bu kadar güzel aktaran Charlotte Bronte’ye hayran olmamak elde değil tabi. Jane Eyre hayatının sekiz yılını geçirdiği Lowood’daki ilk yıllarında Helen Burns isminde bir arkadaş edinir. Hatta yurda ilk geldiği gün tanışır bu arkadaşıyla. Kitapları çok seven Jane, Helen Burns’ü elinde kitapla bahçede görünce yanına gitmeden edemez ve arkadaşlıkları başlar. Helen Burns’ün ise Jne'in yengesi ve kuzenlerine karşı kin ve öfkeyle dolu olan kalbini ısıtmaya yarayacak sözleri 21. Yüzyılda yaşayan bizlere de ders çıkarılacak niteliktedir bana göre. “Nefreti yok eden şiddet değildir; nasıl ki yaraları iyileştirmenin yolu öç almak değilse.” demektedir ki ilerde yengesinin tüm düşmanlığına ve nefretine rağmen onu affeden Jane, bize Helen’in sözlerinin üzerindeki etkisini anlatır galiba.


Charlotte Bronte’nin kadınların bulunduğu konuma ve kendilerinden beklenen şeylere tepkisi ise Jane Eyre’ın ağzından çok etkili anlatılmış bence. Jane Eyre “Kadınların genelde çok sakin oldukları düşünülür ama onlar da erkeklerden farklı hissetmezler; aynı erkekler gibi onlar da yeteneklerini geliştirecek ve çabalayacak uğraşlara gerek duyarlar; aşırı baskıdan durağan bir yaşamdan erkekler kadar bunalırlar; onlardan daha üstün olduğunu düşünerek kadınların sadece yemek yapmak, çorap örmek, piyano çalmak ve nakış işlemekle yetinmeleri gerektiğini söyleyen erkeklerin dar kafalılığından sıkılırlar. Cinsiyetleri için yeterli görünenden fazlasını yapmaya ve öğrenmeye kalkıştıklarında onları kınamak ya da onlarla alay etmek pervasızlıktır.” demektedir. “Ben bir kuş değilim ve hiçbir ağ beni tuzağa düşüremez. Özgür iradesi olan bağımsız bir bireyim.” derken Jane Eyre, kendisini okuyan okurlarına ne güzel ders vermiştir.


Kitabı okuduktan sonra izlediğim filmden, her zaman olduğu gibi asla aynı tadı ve hazzı alamadım. Daha eski yapımlarında durum nedir bilemiyorum ama kitapla yetinmeye karar verdim ben. Su gibi akıp giden bu tutku ve aşk dolu kitabı okumanızı samimiyetle tavsiye ederim. Emily Bronte ve Charlotte Bronte gibi kadın yazarların adlarını, kendilerinden sonra gelen yazarlara öncülük ettiği, cesaret verdiği ve yol gösterdiği için büyük bir saygıyla anmak gerektiğine inanıyorum. Bu başarılı, keyifli romanı mutlaka okuyun. Sağlıcakla kalın…

15 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2 Post
bottom of page